İlan Tahtası
18 Ekim 2025 Cumartesi
İyi niyet çoğu kez cezalandırılan bir duygudur ve çalışma hayatında yeri yoktur. Bir güneş gözlüğü, bir boş dekont ve aldatan bir insanın ardından yaşanan günün kısa hikayesi…
Dükkan komşularımdan birinin adını vererek içeri giren 40 yaşlarında bir bey, hiç uğraştırmadan bir güneş gözlüğü beğendi. "Alayım bunu" dedi. "Ama kartım arabada. İban’a atsam olur mu?" dedi. "Hay hay!" dedim. En azından komisyondan yırtıyorum. Ben kılıfını hazırlarken telefonu uzaktan gösterdi. "Attım. Dekontu da bu" dedi. Ben de öyle güvenmişim ki adama, "Gerek yok. Hesaba şimdi gelir" dedim. Ama gelmedi. Biraz daha bekledim, yine gelmedi. Üst kattaki komşum Mimarlık bürosuna çıktım. Adamı tarif ettim. "Tanımıyoruz. Biz de zaten yeni geldik" dediler.
O saatten sonra, günüm zehir oldu. Ne giden gözlük, ne gelmeyen para… Hiçbiri umurumda değil. Acı olan aldatılmak. Çok yaman bir duygu bu.
Akşam yemekte eşim,
Neyin var? Çok durgunsun, dedi.
Olayı anlattım. Hiç beklemediğim bir tepki ile,
Oh olsun! Az bile olmuş, dedi. Şaşırdım bu çıkışına. Devam etti:
Sen çalış çalış, elin oğlu afiyetle yesin. Biz 4 yıldır tatile çıkmayalım, sen gözlükleri bedava ver. Helal olsun adama, keşke bir tane daha alaydı.
Sanırsın elin oğluyla bir olmuşlar, bana hayat dersi veriyorlar. Yine de alttan aldım.
Yavrucuğum, her sene çıkıyoruz ya…
Keşke bunu söylemeseydim. Yemeği bırakıp elinde çatalı, korkunç bir ifadeyle bana sallayarak,
Ben bayramlarda gittiğimiz köyden söz etmiyorum, Güner efendi, dedi. Herkes gibi insanca bir tatilden söz ediyorum. Sonra sesini alçaltarak, yalvarır gibi bir ifadeyle,
Akrabalara görünmeden, 1-2 gün de olsa baş başa kalacağımız bir tatilden söz ediyorum.
Bir süre durdu. Devamı gelecek sandım. Ama o, kendi tabağını ve benim dolu olan tabağımı alarak yemeği bitirdi. Bu o geceki son konuşmamızdı. Allah’tan yemekten çabuk kalktık.
Yoksa, konu başka yerlere uğrar,
Çoluk yok, çocuk yok. Daha niye çalışıyorsuna kadar gelecekti.
Ama konuşma tümden bitti sanmayın. O hareketleri ile yine konuştu. Pijamalarımı hışımla yatağa atarken ki hareketi ile bıktım artık dedi.
Baş ucuma su dolu bardağı koyarken yine mealen,
Ben de insanım, diye haykırdı.
Yorganı üzerimden çekerken,
Zaman hızla geçiyor. Sen anca uyu ve çalış, dedi.
Çalışmanın bir kabahat olduğunu aslında çoktan öğrenmiştim. Ama bunun sadece tartışma anlarında yüzüme vurulması rahatsız ediyor. Yoksa kayın biraderin kızına altın bileklik takılırken, kimse "Çok çalışıyorsun" demiyor. Millet ev kirası ödeyemezken, kredi kartı ile yapılan sınırsız alışverişlerde de kimsenin umurunda değilim. Hele evinde yapma rakı içen bacanağa sofra kurulup, koleksiyon içkilerim içilirken de beni düşünen yok.
Kollarımı başımın altına alıp gözlerimi tavana dikerek düşünüyorum.
Karım dahil, tüm bu insanlara anlatamadım. Ben çok çalışkan biri değilim. Sadece dükkanda vakit geçirmeyi seviyorum. Dükkan da durunca haliyle çalışıyorum.
Bu konuşmaların ardından ertesi gün için tatil planlamaya başladım; Bademli’de üç gün sessiz ve sakin bir mola.
Hemen o anda ertesi günü için tatil planı yapmaya başladım. Sahra, Bademli’yi sevmişti. Yarın Çarşamba. Perşembe akşamı çıksak. Cuma, cumartesi, Pazar. Pazar zaten kapalı. Cuma günleri de iş olmuyor. Bir cumartesi var. Ona da katlanırım artık. Sorun şu ki; dükkanı kapatmayı sevmiyorum. 15 yıldır, resmi tatiller hariç, hiç kapatmadım. O an da kapıcı Mürsel efendi aklıma geldi. Buranın yerlisi. Çok geveze ama güvenilir biri. O durur. Gözlük falan satmasın. Gelen olursa, "Pazartesi gelecek" desin yeter. Maksat dükkan kapalı kalmasın.
Ertesi günü Mürsel’le konuşuyorum.
Önemli bir şey olursa beni ara. Gerçi ben her gün ararım seni.
İnanmadı.
Arada bir tuvalete gideyim mi? Sen 2 saatte bir ara yeter, dedi.
Sahra, yola çıkıncaya kadar gözlerine inanamıyor. Sezon sonu, Bademli daha güzel, sessiz, sakin. Girdiğimiz her mekânda eğlencenin dibine vuran orta yaşlı bir çift olarak, orada tanıştığımız akran çiftlerle çok eğleniyoruz. 3 gün nasıl geçti bilemedim. Demek, benim de ihtiyacım varmış. Sık sık Mürsel’i de arıyorum. Asayiş berkemalmiş, merak edilecek bir şey yokmuş.
Tatil bitti. Mutlu mesut eve döndük. Pazartesi, yenilenmiş biri olarak dükkâna dönüyorum.
Ana, o ne?
“Gözlük dükkanım, ilan tahtasına dönmüş.” — İçimde hem kızgınlık hem kırgınlık.
Uzaktan seçebildiğim kadar, dükkânın vitrininde A4 üzerinde bir yazı. İnsanın aklına saçmada olsa her şey geliyor. Toplum sağlığından falan mı geldiler de böyle bir yazı astılar. Yaklaşıyorum.
Köy yumurtası!
Benim günde 3 kere sildiğim, üzerinde sinek bokuna bile tahammül edemediğim vitrin camının diğer tarafında da "2+1 kiralık ev" yazısı. Bir yazı daha,
Çam balı 300 TL!
Bir başkası,
İngilizce ders verilir!
Çıldıracak gibiyim. Gözlük dükkânında gözlük dışında her türlü ilan asılı. Mürsel’i gördüm. Elinde kıvırdığı bir kağıtla yanıma geldi.
Hoş geldin Güner bey, dedi. Selobantla elindeki kağıdı camda boş bulduğu yere yapıştırmaya çalışıyor… Bir taraftan da konuşuyor.
Nasıl tatil iyi geldi mi?
Kağıdı astı. Sarı renkli bir kedi. Ben kayboldum. Beni bulan, "Şu numarayı arasın" yazıyor.
Biraz kızgınlıkla,
Bu ne Mürsel efendi? dedim.
Oya Hanım’ın kedisi kaybolmuş. Ben den rica ettiydi, dedi.
Oya kimdir? Kedisinden bana ne? Bu vitrin niye ilan tahtası olmuş, diyecekken Mürsel,
Dur, ben san bir tatil dönüşü gayfesi yapayım deyip ortadan kayboldu.
Güven, sabır ve küçük tatillerin önemi… Hayat dersleri bazen gözlük kadar net görünür.
Metin Turanlı
kaynak: https://optisyeninsesi.com/ilan-tahtasi/