« Haberler «

Ben gözlükçüyken…

5 Eylül 2025 Cuma

Gözlükçülüğün Kurumsallaşmaya Uzanan Yolculuğu

Metin Turanlı

Gözlükçülük, eskiden beri erkek egemen bir meslekti. Ne zamanki optisyenlik mesleği tanındı, kadınların da bu meslek içindeki görünürlüğü arttı; o sayede meslek biraz biraz kendine çeki düzen vermeye başladı.

Çıraklık dönemimden hatırlarım, dükkân hiyerarşisi oto tamircilerden pek de farklı değildi. (Şikayet olsun diye söylemiyorum. Bence daha eğlenceli ve daha homojendi.)

Şakalarımız daha kaba-saba, ilişkilerimiz daha candan ve gürültülüydü. Dükkân sahiplerimiz, genelde bizimle beraber büyüyen, hayatı bizimle öğrenen ağabeylerimizdi.

Cuma akşamından standart ve gözlük sanayinin güneş gözlüğüne uygun modelleri ile ona uygun güneş camları ayarlanır, dükkân kapandıktan sonra en yakın ocak başından söylenen kebaplar yendikten sonra arada 1-2 tek atan kalfalarımız da olurdu biri pens’te, diğeri cam kesme makinesinin başında, çırakların da bitmiş gözlükleri temizleyerek katkıda bulunduğu gözlük yapımına başlanırdı. Fonda üstten takılan kasetçalarlarda Ferdi, Orhan ya da Ümit Besen ağırlıklı müzikler çalınır, bol gırgır ve şamata ile gecenin ileri saatlerine dek süren çalışmada 100-150 arası güneş gözlüğü çıkarılırdı. Ertesi gün için ortalığın penslenmiş cam kırıklarıyla dolu olduğu atölyeyi temizlemek bazen yarım gün alırdı.

Sonra n’olduysa, bir el değdi. Bir şeyler değişti. Eski eğlenceli günler yerini, işini iyi yapmak adına alışmadığımız bir ciddiyete bıraktı.

Kapıdan başını uzatıp, “Siz SSK’lılara veriyor musunuz?” diye soranlara gülmemize kızıldı önce...

Sferik camda odakla karşılaşmamız da yaklaşık olarak bu döneme denk düşer. 58-60 milim camlar yerini daha yeni 65 milimlere bırakmıştı. Alınan her gözlükle beraber torbalarla yedek parçalar verilirdi. Vida’ya para ödemek şimdi zorumuza gidiyorsa sebebi budur.

“Asetonu gazoz kapağının içine boşalt. Ortadan kırılmış kemik çerçeveyi, iki yanından içinde erit. 10 dakika sonra iki ucunu birbirine yapıştır. Bekle...”

Artık çıraklık dışında bir şeyler öğrenmem gerektiğine karar verildiği bir dönemde tamirat yapmayı bu şekilde öğretiyorlardı. Zamanla malzemelerin hafifleşmesi ve kalitesizleşmesiyle, JAPON diye bir yapıştırıcının da ortaya çıkmasıyla birlikte gözlükçülük el sanatları sıfatını kaybetti de ben de bu beceriden yoksun kaldım.

Optisyenlik ve gözlükçülük arasındaki 7 farkı yazın deseler kim diyecek? niye kıyaslıyorlar? Ya da neden 17 değil de 7 fark diye sorgulamadan kafadan yazacağım ilk şey, optisyenliğe geçişle birlikte gözlük kaynaklarının azalması, tamirat diye bir şeyin ise kalmamasıdır.

Kurumsal mağazaların yaygınlaşmasıyla, tüketici ilişkilerindeki değişimleri de soran olursa kim soruyor bu soruları ya, demem onlara da kaybedilen tüketici hakları derim.

Gözlük almaya gelen müşterilerimiz, en azından gözlükleri yapılıncaya kadar kelimenin tam anlamıyla hasbıhal ederlerdi. Sohbetin daha samimi hali olan bu hasbıhalle, tüketiciler ellerindeki çayı yudumlarken hemen her konuda içini döker; bir şekilde rahatlamış ve terapi almış vaziyette, dükkânın da sadık müşterisi olarak dışarı çıkarlardı. Bu sitede yayınlanan birçok yazıda o günlerden kalan sohbetlerin, beraberinde aldatılmayan alışverişlerin izi vardır. Hadi şimdi, kurumsal bir mağazada alışverişinizi yapıp, ardından kahve içerek; futboldan, akil insanlardan, dünya siyasetinden falan konuşun bakayım...

Kısacası ben, her türlü mesleki gelişime destek vermekle beraber, teknolojinin ve eğitimin tüm olumluluklarına karşın nostaljik ve duygusal tarafım ağır basarak itiraf ediyorum ki: Hâlâ Anadolu’nun bazı yerlerinde süregelen optikçiliğin tekke’lik dönemini sevdim.

Mektepli dönemine yetiştim. Küreselleşmiş döneminde bittim.

Not: Aman yanlış anlaşılmasın. Bu bitiş’ten kast edilen, “mahvolduk, battık” anlamında maddi bir bitiş değil. Duygusal anlamda bir soğumadır.


kaynak:   https://optisyeninsesi.com/ben-gozlukcuyken/

 

INSTAGRAM'DA TAKİP ET! @OptisyeninMarketi

299 Kayıtlı Ürün
3343 Kayıtlı Bayi
25 Günlük Ziyaret
8 Anlık Ziyaretçi